top of page

Schrödinger'in Kedisi ile Hukuka ve AYM'nin Avukatlık Yorumuna Bakmak

Güncelleme tarihi: 23 Ağu 2024


 

Hiromu Kira-The Thinker(1930)


“Argümanlardan nefret etmek insanlığa duyulan nefrete benzer. Nasıl, insanlara bönce ve temelsizce güvenen birinin, güvenini kıracak bir olay yaşadıktan sonra tüm insanlıktan nefret etmesi yaşam pratiğinin az olduğunu gösteriyorsa, argümanlardan ve akıl yürütmekten nefret etmek de aynı kaynaktan çıkar ve en büyük yanlıştır.” 

-Platon/Phaidon, 89D.


Giriş


Türkiye’de, hakimlerin tarafsızlığı ve bağımsızlığı ile Anayasa Mahkemesi kararlarının bağlayıcı olup olmadığının tartışıldığı bir yargı gündemi varken, hukukun ne olduğu, hukukun kaynakları, gerekçelendirme gibi konular faydasız görülebilir. Fakat bu kanı, hukuk uygulaması içinde vakit geçirdikçe, hukukun artık doğru veya yanlış, yalnızca uygulamadan ibaret bir hal aldığı yanılsamasından ya da hukuk uygulamasından çok uzak olmaktan kaynaklanmaktadır. Her gün adliye koridorlarında bulunan bir hukuk aktörünün, hukukun ne olduğuna dair teorik altyapısının yerini, teori ile uygulama arasındaki mesafe yitimi nedeniyle, her gün gördüğü ve uyguladığı hukuk uygulaması almıştır. Hem, mahkemelerle bile aynı “dili” konuştuğumuz şüphe götürürken, teorinin bir faydası yoktur.


Fakat kötümser olmak, hukuk aktörünün elindeki enstrümanları gözden kaçırmasına neden olabilir. Hukuk uygulamasından uzak bir kişi içinse en kestirme ve kolay görüş, ülkede hukukun olmadığıdır. Dolayısıyla verilecek bir cevap yoktur. Aslında bu iki görüş de tek yanlılıkları nedeniyle birbirine yakındır.


Açık olmak gerekirse, avukatlık pratiğinin zaman zaman, artık kimsenin inanmadığı bir dinin papazıymış gibi hissettirmediğini söyleyemem. Fakat bir şeye inanmamak, onun var olmadığı anlamına gelmez ya da Tertullian’ın deyişiyle, “credo quia absurdum” yani, “İnanıyorum, çünkü saçma.

Neyse ki, artık hukuk sisteminin, kör bir inanca değil ve fakat bilgiye, bilginin de gerekçelendirilmiş doğru inanca dayanması gerektiğini düşünüyoruz.


İnsanın ne kadar rasyonel bir canlı olduğu meselesi bir yana, bize bu yazıyı yazdıran da hukukun, sadece hukuk sınırları, mevzuat, doktrin çerçevesinde anlaşılıp anlaşılamayacağı ve bir yasa açıkça doğa yasalarına aykırı ise bunun Anayasa’ya, hukuka uygun olup olmadığını yine salt hukuk kurallarıyla açıklamak zorunda olup olmadığımız sorularıdır.


Bu soruların doğmasına neden olansa, Anayasa Mahkemesi’nin bir somut norm denetimi kararıdır.



AYM'nin Somut Norm Denetimi ve Karşı Oy Gerekçeleri


Yazının amacı, Anayasa Mahkemesi üyelerinin çoğunluk kararının hukuki değerlendirmesinin tek tek irdelenmesi olmayıp, hukuki değerlendirmenin ne olduğu ve nasıl yapıldığını ilişkin bir refleksiyon geliştirmektir. Yine de yola çıkacağımız yeri anlamak için yürümeye başlayacağımız noktayı görmek gerek.


Anayasa Mahkemesi’nin kararında(https://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2024/04/20240404-3.pdf) bir karşı oy, hukuk uygulamasında alışık olmadığımız biçimde, gerekçeye estetik bir retorik katan (Hukuki belirliliğin, öngörülebilirlik anlamı ve deneyin öne sürdüğü belirsizlik, öngörülemezliğin uyumu) bilim felsefesine dair bir düşünce deneyine atıfta bulunuyor.


Bu karşı oy,  Avukatlık Kanunu’nun 16. Maddesinin Anayasaya aykırı olduğu iddasına dayanan bir somut norm denetimi ilişkin.


“Avukatlık stajına fiilen engel olmamak şartıyla herhangi bir işte sigortalı olarak çalışılması avukatlık stajının yapılmasına engel değildir. Adli ve idari yargı hâkim ve savcı adayları ile hâkim ve savcılar hariç olmak üzere, kamu kurum ve kuruluşlarının kadro veya pozisyonlarında görev yapanlar da görevleri sırasında avukatlık stajı yapabilir. İlgili birimlerce stajın yapılması konusunda gereken kolaylık sağlanır. Bu fıkraya ilişkin usul ve esaslar Adalet Bakanlığınca çıkarılan yönetmelikte düzenlenir.”


Bu kuralı, itiraz yoluna götüren Ankara 25. İdare Mahkemesi’nin gerekçesi ise şöyle:




Mahkeme çoğunluğu ise kamu kurum ve kuruluşlarının kadro veya pozisyonlarında görev yapanlar da görevleri sırasında avukatlık stajı yapabilir cümlesinin şu gerekçeyle, Anayasa’ya aykırı olmadığına karar verdi:




Sonrasında, dava konusu kuralın 3. Cümlelerinde yer alan “kolaylık” kavramının ne olduğunun belirsiz olması, 4. Cümlesindeki yönetmelik çıkarma yetkisinin Adalet Bakanlığına verilmiş olması nedeniyle sadece bu iki cümlenin Anayasaya aykırı olduklarına karar vermişlerdir.



Avukatlık Kanunu’nun 2. Cümlesinin Anayasa aykırı olmadığı görüşüne karşı, 6 oy mevcut. Ancak Engin Yıldırım’ın oyu diğerlerinden farklı bir argümantasyonu ve serimlemeyi içermektedir:






Özellikle 3. Madde iki yönden ilginçtir:


Birincisi, mahkeme çoğunluğu bir kişinin kamu kurum ve kuruluşlarında görev yaparken aynı anda avukatlık stajını yapmasının herhangi bir belirsizliği içerip içermediği konusunu değerlendirmemiş,(23. Paragraf) bir başka deyişle, bir kişinin aynı anda iki farklı yerde bulunmasının mümkün olup olmadığına dair bir değerlendirmede bulunmayı gerekli görmemiştir.


İkincisi ise,  karşı oylar çoğunluğunun, sürekli biçimde yapılması gereken iki işe dair bu kuralın,  anayasaya aykırı olduğunu genel olarak, stajın bu şekilde nasıl yapılacağına dair bir düzenleme yer almamasına ve avukatlık mesleğinin önemi dikkate alındığında, kuralın mesleğin doğasına aykırı olduğu gerekçesine dayandırmış olmasıdır.


Daha basit bir ifadeyle, mahkeme çoğunluğu, bu kurala baktığında, kamu görevlileri de avukatlık stajı yapmış sayılarak, kadrolarda yükselebilir ve burada onlara özgü bir ayrıcalık tanınmış değildir derken, karşı oylarsa avukatlık stajı ve kamu hizmetinin sürekliliğine ilişkin hükümleri ortaya koyarak, avukatlık mesleğinin önemini ve ortada bir düzenleme bulunmaması nedeniyle mevcut çelişkinin belirsizliğe neden oluğunu söylemektedir.


Hakim Engin Yıldırım ise, karşı oy gerekçelerinden tamamen farklı biçimde, gerekçesini kurarken, kuralın belirlilik ilkesine aykırı olduğunu öne sürmüş, ancak bu önermesini, bir fizik kuralı bilgisine, başka bir açıdan da klasik Aristo mantığı ilkesine dayandırmıştır.


Yıldırım, hüküm kurarken, yargısal karara varırken, akıl yürütürken, aslında kuantum düzeyde (gözümüzle deneye tabi tutamadığımız) bir mantıksal zincir izlemektedir:


1. Bir insanın aynı anda iki yerde varolması mümkün değildir.


2. AK md. 23. Maddesine göre  avukatlık stajının kesintisiz biçimde yapılması ve kamu görevinin Anayasa md. 128’e göre, kamu görevlileri eliyle sürekli biçimde yürütülmesi düzenlendiğine göre, bir kişi aynı anda ya avukatlık stajını ya da kamu görevini yerine getirebilir.


3. AK md.16, kamu görevi sırasında da avukatlık stajının yapılabileceğini düzenlemiştir.


4. Bir insan  aynı anda iki yerde varolamayacağına göre, fiilen kesintisizlik ve süreklilik isteyen iki işe dair bu kural, doğa yasalarına, fizik kurallarına aykırı olduğu için belirsizdir.


5.Kurala ilişkin bu belirsizlik, Anayasa Md. 2’de yer alan Hukuk Devletinin, belirlilik ilkesine aykırılık anlamına geldiği için, Anayasa’ya aykırıdır.


Bu akıl yürütme aşaması, Sokrates öncesi filozoflardan Parmanides’in “Varlık vardır ve varolmayan var değildir” ontolojisini andırmaktadır. Fakat esas olarak, klasik Aristo Mantığına, üçüncü halin imkansızlığı ilkesine dayanmaktadır.Bir, birdir. Bir, sıfır olamaz. Bir şey hem bir hem sıfır olamaz.


Fakat bir kişi aynı anda hem avukat stajyeri olarak adliyede veya avukatın yanında, hem de kamu görevlisi olarak ilgili kurumda olabilir.


Yargısal Kararın Gerekçelendirilmesinde Hukukun Kaynağı Olarak Fizik ve Mantık Kuralları


Mahkeme çoğunluğunun aynı kurala ilişkin ret gerekçesine bu açıdan tekrar bakıldığında, yalnızca, kanun önünde eşitlik ilkesi açısından bir gerekçelendirme yapıldığı, ama kuralın, bu kadar açık bir fizik ve mantık kuralına aykırı olduğuna dair bir değerlendirme yapmadığını, hatta yapmak istemediğini söylemek abartı mı olur?

Bu bir hukuk mantığı hatası mı yoksa, bir yorum faaliyeti olarak yargısal kararın gerekçelendirilmesinde, bir tercih mi? Sonda söyleyeceğimizi başta söylemek gerekirse, mahkeme çoğunluğunun bir mantık hatası yaptığını değil, tercihen bu kararı verdiğini, fakat gerekçelendirme ile mantık hatasının üstünün örtüldüğünün zannedildiğini düşünüyoruz.


Karşı oy gerekçesi en sade ifadesiyle şunu söylemektedir:


Bu kural hukuka aykırıdır çünkü fizik kurallarına, tutarlılığa, mantığa, rasyonaliteye aykırıdır. Bu nedenle iptali gerekir. Bu argümana, mantık, fizik kuralları hukukun kaynağı değil, o nedenle argüman hukuki değil diye karşı çıkılabilir mi?


Tersinden söylersek, bir kural, mantık ve fizik kurallarına aykırı ise, başkaca kuralların kıyaslanması ve değerlendirilmesine ihtiyaç kalır mı?

Sorun, temelde, yasada yazmayan bir yerde değil midir? Yasada düzenlenmeyen bir husus, hukuksal akıl yürütmeye dayanak olabilir mi?

Hukuk, yasa mıdır? Eğer öyleyse, ister Asliye Ceza Mahkemesinde bir iddia ya da hüküm ortaya konsun, ister AYM bir somut norm denetimi yapsın, muhakeme süreci, yasaların alt alta sıralanmasından başka bir şey değil midir?


Hukuk,  hukuki muhakeme ise, hüküm kurarken, hukuk kaynağı olarak, Schrödinger’in Kedisi yer alabilir mi? Hukuk, hukuk mantığına uygun karar vermek midir?


Formel hukuk eğitimi bize cevapların için yeterli veriyi sunmaz. “Hukuk eğitimi, gerçek yaşamda meydana gelmiş gelebilecek hukuki olayların ve bunların hukuki bir sonuca bağlanmasının eğitimidir.”(Ertuğrul Uzun, Hukuk Göstergebilimi, Şehir, Nora Kitap, Mayıs 2020, 217)


Bu nedenle de hukukun uygulanması, ihtilafın çözülmesi konularında çok da şüphe duymayız. Belletilen yöntemi uygulamak, hukuka uygun değerlendirmelerde bulunmak için yeterlidir.


Fakat yukarıdaki sorulara cevap vermek için, bilindiğinden şüphe edilmeyen kavramlara yeniden göz atmak gerekir.


Mantık Nedir?


Aristoteles'in mantıkla ilgili düşüncelerini topladığı kitapların tümüne Organon yani alet, araç anlamına gelen bir isim vermesinin bir anlamı vardır:


Aristotelese göre mantık özel bir konusu olan, varlığın özel bir alanını ele alan ve bu alanla ilgili problemleri inceleyen bir bilim veya felsefe dalı değildir. Ross'un güzel bir biçimde söylediği gibi o herkesin herhangi bir özel bilimle uğraşmaya başlamadan önce alması gereken genel kültürün bir parçasıdır. Bir başka deyişle, mantık bütün bilimlere bir giriş, hazırlıktır. Çünkü bütün birlimler, inceledikleri özel varlık veya gerçeklik alanları veya ele aldıkları problemler ne olursa olsun, şu veya bu şekilde düşünmenin, doğru düşünmenin, düzgün bir biçimde akıl yürütmenin kullanılması sonucu meydana gelirler. O halde herhangi bir şey üzerinde özel olarak düşünmeye, akıl yürütmeye başlamadan önce düşünmenin akıl yürütmenin kendisini konu alacak bir ön hazırlığı genel hazırla ihtiyaç vardır. İşte bu, mantıktır.” (Ahmet Arslan, İlkçağ Felsefe Tarihi 3., İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 6. Baskı, 2017, syf. 52)


Mantık, geçerli kesin sonuç çıkarmanın tek bir yolu olduğunu söyler: dedüksiyon. Sadece dedüksiyon için değil, genel olarak akıl yürütme için, en az iki önermenin bulunması ve bunlardan birinin(öncül), diğerinin(sonuç) kanıtlayanı olarak ele alınması gerekir. Buradaki kanıtlamanın, biçimsel açıdan yapıldığını, önermelerin içeriğinin mantık tarafından incelenmediğini, bunun epistemoloji veya ontoloji sorunları içeren bir konu olduğunu unutmamak gerekiyor”(Ertuğrul Uzun, Hukuk Göstergebilimi, Nora Kitap, Mayıs 2020, syf 187)


“Mantık yaygın sunulma şekli ile en az bir yargıdan başka bir yargının çıkarılması ile ilgilidir. Mantık bizi bu tip çıkarımların ne zaman doğru olacağını söyler. Mantık çıkarımın, muhakemenin formuyla biçimi ile yahut tarzı ile ilgilenir. Peki mantık ne işe yarar? Dediğimiz gibi elinizde Güvenebileceğiniz önermeler varsa, bu önermeleri belki daha önceden düşünmediğiniz şekillere sokarak, size muhtelif ama zorunlu doğru önermeler verir.” (Ertuğrul Uzun, Hukuk Metodolojisin Sorunları, Nora Kitap, 1. Baskı, Ekim 2016, syf. 82,83,84)


Bu davada, doğrudan somut olaya uygulanan bir muhakeme yöntemi izlenmese de, kuralların Anayasal normlara aykırı olup olmadığını tespit etmekte de aynı akıl yürütme kullanılır. Bu kez, olaya değil ama yasaya uygulanacak hukuk kuralıyla ilgili bir sonuç çıkarmaktayız. O halde mantık, yasada ve doktrinde açıkça hukukun kaynakları arasında sayılmasa da, hukukun bir muhakeme ve akıl yürütme işlemi olduğunu kabul ettiğimiz anda, mantığı da doğru düşünmenin ilkesi olarak kaçınılmaz biçimde hukuk kaynağı olarak kabul etmemizi, varsaymamızı gerektirir.


Nitekim, hukuk fakültesinde gördüğümüz eğitim de dedüksiyon(tümdengelim) yönteminin, somut olaylara uygulanmasıdır. Hukuki yargıda bulunmak, nesnel olan yasanın altlama işlemine tabi tutulması olarak ele alınırsa, fakültenin piyano çalmayı öğrettiğini söyleyebiliriz.

Hangi tuşun hangi notayı verdiğini ve notaların ne zaman çalınmasını gerektiğini bilmek, hukuka uygun bir yargıya ulaşmak için yeterli gözükebilir. Oysa akıl yürütürken işlettiğimiz süreç daha çok theremin çalmaya benzer. Doğru notayı bulmak, gözle göremediğimiz elektromanyetik bir alan içinde ellerimizin pozisyonuna ve notalar arasındaki sayısız sesten hangisini çıkarmak istediğimize, nasıl bir müzik elde etmek istediğimize (keyfi olmadığı sürece), bağlıdır.


Hukuki akıl yürütmede yalnızca bu formel yöntemin yani zorunlu nedenlerin zorunlu sonuçları doğurup doğurmadığını dikkate alırsak, doğru olmayan ama biçimsel olarak yani şekli olarak doğru bir sonuca ulaşabiliriz:



Bütün hukuki muhakemeler doğrudur

Mahkeme kararları, hukuki muhakeme ile ortaya çıkar.

O halde mahkeme kararları doğrudur.


Fakat bu dedüksiyon, yanlış mahkeme kararları da olduğuna göre doğru değildir. Önermeleri biz oluşturduk. Dedüktif mantık ise önermelerin içeriğini değil, birbirleriyle olan biçimsel ilişkilerini esas alarak, zorunlu çıkarımı ortaya koydu.


“Mantık, kanıtlamanın biçimsel yönünü inceleyen bir disiplin olarak önermelerin oluşturulmasını epistemoloji ve ontolojiye bırakmış, hukukçular ise hukuki muhakemenin temelinde söz konusu yöntemleri oturtarak, önermelerin içeriğine karar verme sürecinde gizemli bir faaliyet olarak inceleme dışı bırakmışlardır. Halbuki hukuki muhakemenin gerçek niteliği ortaya çıkarılmak isteniyorsa, bir şekilde oluşturulmuş öneriler üzerinden sonuçları nasıl ulaşıldığından çok, bu önermelerin nasıl belirlendiği incelenmelidir.(Ertuğrul Uzun, Hukuk Göstergebilimi, Nora Kitap, Mayıs 2020, syf 196)


Görüleceği üzere, dedüktif mantık, kapalı devre bir sistem olarak, önermelerden doğacak zorunlu çıkarımları ele almaktadır. Önermelerin içeriği ve hangi önermenin seçileceği meselesi ise mantığın alanına girmez.

Bu durumda, hukuk mantığı da bize önermelerin ne olduğuna dair bir bilgi sunar mı?


Hukuk Mantığı Nedir?


“Hukuk mantığı ile genel olarak, uygulanacak hukukun (yasanın) bulunması, hukukun yorumlanması ve hüküm verilmesi işlemlerinin anlaşıldığını söylemek mümkündür.”(Ertuğrul Uzun, Hukuk Göstergebilimi, Nora Kitap, Mayıs 2020, syf 181)


O halde hukuk mantığının, hukuki muhakeme ile kaçınılmaz bir ilişkisi olduğunu söyleyebiliriz.


“Hukuki muhakemeyi görülmekte olan davada uygulanacak hukuk kuralının belirlenmesi ve bu kuraldan bir karara sonuca ulaşmak için akıl yürütülmesi olarak tanımlayabiliriz. Bu şekliyle hukuki muhakeme hukuk literatüründe hukukun uygulanmasına karşılık gelir.” (Ertuğrul Uzun, Hukuk Göstergebilimi, Nora Kitap, Mayıs 2020, syf 180,181)


Hukuki muhakemeden de sıklıkla ve sadece hukukun uygulanmasını anlarız. Bu da, hukuk fakültesinde öğretildiği gibi, dedüktif mantığın kullanıldığı, somut olaya uygulanacak soyut normun tespitidir.


Hukuka uygun olan, somut olaya uygun soyut normun tespit edilmesi ve uygulanmasıdır. Uygulanacak hükümler, zaten kuralda mevcuttur. Yapmamız gereken sadece doğru (somut olaya uygun) kuralı, mevcut olaya uygulamaktan ibarettir.


Eğer somut olaya doğru kural uygulanmışsa, bu hukuka uygun bir talep, karardır. Hukuka uygun olan zaten akla, mantığa, vicdana(?), hayatın olağan akışına(?) uygundur. Ancak mesele bu kadar basit değildir.


Schrödinger’in Kedisi Bize Ne Söyler?


Bu sorunun cevabı, hukukun ve hukuki yargının ne olduğuyla ilişkilidir.

Yazının merkezinde yer alan mahkeme kararı, bir kuralın Anayasal norma uygun olup olmadığına ilişkin bir yargısal karara varırken, yukarıda söz ettiğimiz gibi, hukuk mantığına uygun, dolayısıyla da hukuka uygun bir karar verdiği izlenimi yaratabilir.


Fakat bu, mantığa aykırı bir durumun da hukukileştirilmesi değil midir?


Peki, bu kadar açık gibi görünen, söz gelimi, AK md. 16’nın AY md.2’ye aykırı olup olmadığının değerlendirilmesi gerekliliğinden ibaret bir muhakeme böyle bir soruna neden oluyorsa, hukukun kendisine nasıl güveneceğiz? Her şey bu kadar yoruma açık mı?


“Yargıcın karar vermesi, tasımla açıklanamaz. Tasım olsa olsa, yorumsal bir sürecin en sonunda, hüküm cümlesinin yazılabilmesi için kullanılan bir araçtır; kararın belirleyicisi değildir. Eğer tasım gerçekten kullanılıyorsa bile bu durumdadaki tasımın sonucunu belirleyen büyük önermenin içeriğini yani yasanın kapsamında belirlemekten, davadaki olayı kelimelerle ifade etmeye kadar her adımda yoruma başvurmak zorundadır. Yorumun geniş anlamını dışlayarak sadece doğru anlamıyla kullanıldığını söylemek, yargısal karar vermenin mahiyetini ortaya çıkarmayı hizmet etmeyecektir.“ 

(Ertuğrul Uzun, Hukuk Göstergebilimi, Nora Kitap, Mayıs 2020, syf 234)


Demek ki, yukarıdaki yorum kelimesi, dar anlamda ve yanlış biçimde kullanılmıştır. Yargısal kararın ne olduğunu anlamak için yoruma açıklık, kapalılıktan değil, yargısal kararın bizatihi kendisinin yorum faaliyeti olduğunu kabul etmek gerekir.


Yorumu yapan kimdir? Kutsal özelliklerle, bilgelikle,sorgulanamaz kesinlikte bir akılla donatılmış biri değildir. İnsan olan, bu nedenle psikolojik durumunun da yargısal kararlara etkisinin göz önüne alınması gereken, hakimdir.


"Hukuk normu, kanun koyucu'nun kabul ettiği ve resmi gazetede yayınlanan metin değil, ama bu metnin içerdiği normdur. Bunun ne olduğunu söyleyen ise kanun koyucu değil, hakimdir. (Gözler, Hukukun Genel Teorisine Giriş, syf. 244)


Hakim, mahkeme kararıyla konuşur sözünü, mahkeme kararları da yasada yer alan normu tespit eden hakimin yorumudur biçiminde yorumlamak, sanırım yanlış olmaz.


O halde, yasanın, kuralın, Anayasa’ya aykırı olduğunu söylerken de, kuralın ne olduğuna ilişkin normun içeriğini hakim belirleyecek, hukuki muhakeme yaparken, kaçınılmaz olarak, hukuk kaynağı dışında, dilbilimden, mantıktan, edebiyattan yararlanacaktır.


Demek ki hakim, muhakeme yaparken de, hükmünü gerekçelendirirken de aslında sadece hukuki kavramlarla bir akıl yürütme de bulunmamaktadır.


“Gerekçelendirme esasında hiç de hukuki bir mesele değildir. .….., dilbilim, mantık ve edebiyat kuramından başlamak üzere pek çok farklı disiplin ürettiği bilgiler kadar bu disiplinlerin metodolojisi de hukuki muhakeme ile ilgilidir.” (Ertuğrul Uzun, Hukuk Metodolojisin Sorunları, Nora Kitap, 1. Baskı, Ekim 2016, syf. 65)


Hukukun ne olduğu sorusuna Ertuğrul Hoca'nın bir makalesinin linkini bırakarak, kestirme yoldan şu cevabı verelim: Hukuk Yorumdur.(https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/97867)


Karşı oyda bir mantık, fizik kuralı olarak, hukuki önermenin destekçisi olarak kullanılan Schrödinger’in Kedisi benzetmesi ise yargısal kararın, sadece kuralların muhakemesi değil, muhakemeye hangi öncüllerin esas alınacağının ve bu öncüllerin içeriğinin de ne olması gerektiğine ilişkin yoruma dair bir veri sunmaktadır.


Bir karşı oy ile, kapalı bir sistem olan dedüksiyonun içinden çıkarak, dedüksiyonun temel aldığı öncüllerin mantık ve onun dayandığı olgusal önermeye aykırı bir kural olduğu ortaya konmuş, muhakemenin tutarlılığından önce, kuralın, mantık kurallarına aykırı olamayacağı söylenmiştir.


Fakat mahkeme çoğunluğu, bir yorum faaliyeti olarak yargısal karara varırken, AK md. 16’nın derinliklerine inmeden (bunun için derine inmek gerekip gerekmediği...) aynı anda iki yerde olunamayacağı olgusal gerçekliğini değerlendirme dışı bırakmıştır.

O halde, mantık kuralına aykırı bir yasa maddesinin, Anayasal normlarla ilişkisi değerlendirilirken, ilk bakışta tutarlı, hukuki, hukuk mantığına uygun, özgürlükleri geniş yorumlar gibi görünen bu karar, mantığa aykırılığının üstünü örtebilmektedir.


Hukuki muhakemenin dayandığı yasanın kendisine odaklanmaktan, muhakemenin işleyiş biçimine ve dayandığı diğer öncüllere, bunların seçimine ve yorumlanmasını gözden kaçırabiliriz.


Schrödinger’in Kedisi, mahkeme çoğunluğunun yorum yönteminin, işte bu nedenle baştan geçersiz olduğunu, yasalar arası değerlendirmeden önce, yasanın mantığa, fizik kurallarına uygun olmadığını söylemektedir.


AYM'nin Avukatlığa Bakışı:


Hukuki görünen yargısal kararlar, gerekçelerini ortaya koyduklarında, bu sayede, hukuki akıl yürütmelerini takip edebildiğimizde, aslında hukuksal akıl yürütme faaliyetinin sadece hukukla anlaşılamayacağını görürüz.


Hukuku, yasanın söylediği tek doğrunun uygulanması olarak görmek yanlıştır. Bunu kabul ettiğimiz anda, mantığa aykırı fakat hukuka uygun bir karardan da söz edebiliriz. Belki de AYM, bu kararla aslında bunu söylemek istemiştir.


  1. Bir kimse aynı anda iki farklı yerde olamaz.

  2. Bu durum avukatlık stajı için önem arz etmez: “Olsa da olur, olmasa da”

  3. İki madde arasında bir uyumsuzluk olmadığı gibi, bu önerme de yargının avukata bakışıyla uyumludur: “Olsa da olur, olmasa da”

  4. O halde bir kimse fiilen avukatlık stajı yapmadan, avukatlık stajı yapabilir.


Tüm bu meselenin AY md. 36 ile ilgisinin görülmediği, dolayısıyla yukarıda sözünü ettiğimiz, hukuksal akıl yürütmenin öncüllerinin seçiminde, öncülün içeriğinin ne olduğu ve seçilip seçilmeme tercihi (ilgisini görmemek) üzerine ayrıca düşünmek için, kararın ilgili kısmı aşağıya bırakılmıştır:




Hukuk Kuralı ile Hukuk Normu arasındaki farka, Doğruluk, Uygunluk, Gerekçe ve Hukukun ne olduğuna, ayrıca bu yazının da bir yorumun, yanlış olduğuna dair yoruma ilişkin bir yorum olduğu, bu nedenle dilbilim ve göstergebilim bakımından yorumlanmasına dair ufuk açıcı diğer meseleler için:



 
 
 

Comments


 Editör: Deniz Helvacı 

Web tasarımı editör tarafından yapılmış olup sitede yer alan bütün yazılar ve haklar editöre aittir. Tasarımın ve yazıların izinsiz ve kaynak gösterilmeden kullanılması, editörün fikri haklarının ihlali anlamına gelir. 

© 2025

bottom of page